Akyazı'da Sineklerin Ölüm Dansı
Akyazı'nın nemli, sıcak bir yaz akşamında başladı her şey. Hava, günün son ışıklarıyla ağırlaşmış, topraktan yükselen kokularla dolmuştu. Bahçedeki fındık ağaçlarının yaprakları bile hareketsizdi, sanki doğa büyük bir olayın başlangıcını bekliyordu.
Küçük bir sinek sürüsü, kim bilir ne zamandan beri peşlerinde olan o tatlı, o karşı konulmaz melodiye doğru çekiliyordu. Melodi, neyden geliyordu bilinmez, belki eski bir konağın penceresinden sızan loş ışıktan, belki de bir ahırın içinde unutulmuş, paslı bir ampulden. Onlar için bu bir çağrıydı; varlıklarının en derininden gelen, sonu gelmez bir yankı.
Dansları, bir avuç minik noktanın havada rasgele savrulmasıyla başladı. Önce yavaş, tereddütlü hareketlerdi bunlar. Fakat melodi şiddetlendikçe, dansın ritmi de hızlandı. Sürü, bir bütün haline geldi, karmaşık bir döngüde dönmeye başladı. Her bir sinek, diğerine çarpıyor, düşüyor, tekrar yükseliyordu. Bu, bir kaostan ziyade, mükemmel bir koreografiydi. Yalnızca kendilerinin bildiği, yalnızca kendilerinin hissedebildiği bir dans.
Aşağıdan bakanlar, bu dansı fark etmedi bile. Gözleri, uçuşan, vızıldayan, önemsiz varlıklara takılmıyordu. Fakat o küçük sinekler için bu, hayatlarının en görkemli, en anlamlı anıydı. Varlıklarını yavaşça yitireceklerini biliyorlardı, bu dansın onları ışığa, yokluğa taşıdığını hissediyorlardı. Vızıltıları, tek tek azalan nefesleri, göğe doğru yükselen son bir ağıt gibiydi.
Dans, melodinin son notasıyla birlikte aniden sona erdi. Gökyüzü bir anda boşaldı, sadece ağır akşamın sessizliği kaldı. Ne bir iz ne de bir ses. Akyazı'nın o nemli yaz akşamında, kimsenin şahit olmadığı bir ölüm dansı yaşanmış, en parlak anlarında yok olmuşlardı. Bu, doğanın sessiz ve görkemli yasasıydı; her vızıltının bir sonu, her dansın bir perdesi vardı.
0 Yorumlar
Yorum yaparken lütfen yazım kurallarına uyalım ve de saygılı olalım. Bu kendinize olan saygıyı belirtir.